22 Mart 2013 Cuma

Sen de İrlanda'yı Sever misin?

          İrlanda denince sizin aklınıza ilk ne gelir bilmem ama benim aklıma eşsiz manzara görüntüleri geliyor. Sonra da her gün yağan yağmurları. Yağmur kokusunu her tarafa yayan toprakları, kayaları, rüzgardan savrulan denizi... Aslında ne yalan söyleyeyim ilk aklıma gelen şeylerden biri de İrlanda halkının alkole olan düşkünlükleri. Yahu İrlandalılar hem bu kadar çok içip hem de  nasıl bu kadar uzun süre yaşayabiliyorlar, hayret ediyorum! Bazen durup durup sırf bu konuyu düşündüğüm oluyor, inanın. :) Uzun yaşamalarında yaptıkları, dinledikleri, dans ettikleri müziklerin etkisi olabilir mi? Bilmem, belki olabilir. The Dubliners mesela. Tabiri caizse 5 ayyaş amcadan oluşuyor bu grup. :) Albüm kapaklarında seksi bir kadın olmasını beklemiyorsunuz değil mi? Yok çünkü. Bu arada amca derken ciddiyim, şaka değil.
        Tamam tamam şaka yaptım, aslında amca değil dede onlar. Çok iyi müzik yapıyorlar ama. Yani en azından ben çok beğeniyorum bu dedeleri. :) Neyse bütün yazı boyunca The Dubliners hakkında yazacak değilim. Başka müzik grupları da var. Ayrıca bu noktada bir şeye değinmek istiyorum: bireysel şarkıcılardan ziyade genelde müzik grupları var.  İrlanda insanının birbirine bu kadar bağlı olduğunun bir göstergesi midir bu? Olabilir aslında. Dünyaca ünlü bir  diğer müzik grubu da hepimizin diline pelesenk olmuş ''Zombie'' şarkısının sahibi The Cranberries. 
       Madem müzikten başladık yazmaya The Frames ve  Loreena McKennitt'ten  de bahsetmeden edemeyeceğim. Gerçi Loreena İrlanda asıllı Kanadalı bir müzisyen ama olsun. Sonuçta yaptığı müzikle İrlanda kültürünü yansıtıyor. Anonim şarkıları derliyor kendileri. Celt müzik sevmeyenler dinlemekte zorlanabilirler ama ben yine de şiddetle yazmak istedim.
          İrlanda'da sadece müzik yok tabii. Müthiş doğa manzaraları var. O manzaraları beyaz perdeye taşıyan birçok da film var. Örneğin bu filmlerden biri ''P.S. I Love You''. Filmdeki o eşsiz manzaraları hatırladınız mı? :)

          Yer yüzeyinin büyük kısmı mera ve çayırlardan oluşuyor İrlanda'da. Bu yüzden hayvancılık gelişmiş. Bitki örtüsü açısından çok da gelişmiş olduğu söylenemez. Bu yüzden birçok bitkinin koruma altına alındığını biliyorum. Orkide de bu bitkilerden biri. E doğasının, havasının, manzarasının bu kadar güzel olması doğal tabii. Ekosistemin dengesine saygı duyan bir ülkeden bahsediyorum burada. O yüzden İrlanda'yı gezmekten ziyade orada yaşamayı istiyorum ben. Hangi şehir olduğu fark eder mi? Cık, etmez. :)

            Manzarasının, doğasının, insanlarının yanı sıra şu evlerin güzelliğine bakar mısınız bir? Bu arada burası inşallah bir kamu dairesi, özel bir daire vs değildir. Öyleyse uyarın lütfen. :)   

            Bunların gerçekten hane olduğundan eminim ama. Burada yaşamak istiyorum ben! Balık tutmak istiyorum mesela sabahları erken vakitte kalkıp. Akşam üzeri hemen her İrlandalı gibi bisiklete binmek istiyorum. 
        Bunları ülkemde de yapabilirim ama Burren'deki bisiklet güzergahlarını buralarda bulamam. :) Her şey bir yana İrlanda'da gezilip görülecek çok yer, çok şey var. Ben İrlanda'ya olan hayranlığımdan biraz fazlaca bahsetmiş olabilirim bu yazımda ama en kısa zamanda gezilmesi gereken yerleri de yazacağım. Yeter ki İrlanda'yı sevin. :)
         

17 Mart 2013 Pazar

UNESCO Kültür Mirası: Makedonya Ohri Gölü

       Makedonya'nın bu kadar güzel olduğunu ilk defa bir yüksek lisans programını araştırırken fark etmiştim. Gittiğim yurt dışı eğitim fuarında öğrendim ki Makedonya Türkiye'ye vize uygulamıyor. Daha doğrusu turistik amaçlı gidenlere ve 90 günden az süre ile Makedonya'da bulunacağını taahhüt edenlere uygulamıyor. E bunun yanında Türkiye'ye olan yakınlığıyla da dikkat çekiyor derken, bir de bakmışsınız ki oraları gidip görmeye karar vermişsiniz. Tarihi geçmişimizin yakınlığı sebebiyle de beni daima cezbetmiştir Makedonya. Ama o gölleri, binaları, camileri, kiliseleri, evleri ve özellikle de insanları yok mu?.. İşte Makedonya'ya olan ilgimin artmasında tam da bu faktörler etkili.
        Makedonya'nın birçok şehrini gezip görmek lazım tabii ki; ama ben özellikle Ohri Gölü'nden bahsetmek istiyorum. Balkanlardaki en önemli turizm merkezlerinden biri Ohri Gölü. Gölün manzarası, bölgeye özgü evleri, Osmanlı Devleti zamanlarından kalma 10 camisi ve tarihi kiliseleri ile UNESCO'nun dünya kültür mirası listesine alınan Ohri, beni sanki kendine doğru çekiyor. Renk renk çiçekler, gölün kıyısından başlayan dağın yamaçları, yemyeşil ağaçlar ve yürüyüş alanları derken bir de bakmışım ki gitmeden daha huzuru buluyorum. :)
Makedonya Ohri Gölü
         Fotoğraftaki manzaraya bakınca aklıma gelen ilk şey mutluluk daha sonra da İtalya'nın Amalfi Sahili olmuştu. Amalfi'nin fotoğrafını görünce de benzer bir his uyanmıştı ve onu da Yunanistan'ın Santorini Adası'na benzetmiştim. :) Bu benzetmelerimin sebebi renklerin, çiçeklerin ve doğanın muhteşem uyumu, renklerin albenisinin bende aynı etkiyi, mutluluk etkisini yaratması sanırım.

Kırmızı kiremitli çatılar, binaların arasından gökyüzüne uzanan yemyeşil ağaçlar, masmavi bir göl ve günün tüm ışığını yansıtan bir gökyüzü...
        Gölde balıkçı tekneleri, yazın kıyıda yüzen insanlar, göl kıyısında yürüyüş yapanlar, güneşin ve suyun tüm nimetinden yararlanan kazlar, kuğular, martılar ve niceleri...
        Makedonya, otobüs ile gidildiğinde Türkiye'ye pek de yakın sayılmaz. Ben eğer bir gün gidersem havayolunu kullanmayı tercih ederim diye düşünüyorum. Ama karayoluyla gündüz yolculuğunu da tercih edebilirim. Karış karış Balkan turu yapmış olurum böylece. :) Makedonya'ya, özellikle Üsküp şehrine gezi turları düzenleniyor. Hemen her gün var bu turlardan. Grupfoni, Grupanya, Grupon gibi indirim sitelerinde uygun fiyatlara tur hizmeti satın almak mümkün. Üstelik bu turların bazıları birkaç Balkan ülkesini birden kapsıyor. Sadece Makedonya'yı gezip görmek ve Ohri Gölü'nü ziyaret etmek isterseniz de Türkiye'den Makedonya'ya hergün uçak seferleri düzenleniyor.
        
Umarım gittiğinizde güzel vakit geçirirsiniz. Son olarak, benim yerime de gezin a dostlar, demek istiyorum. :)
 

16 Mart 2013 Cumartesi

Kızkulesi Değil, Mersin'in Kızkalesi

        Aslında başlık kısmına sadece Kızkalesi yazmayı ne çok isterdim; ama okuyanların çoğunun Kızkulesi yazmak istemiş de yanlış biliyor, yanlış yazmış demesinden çekindim. Kızkulesi, adına bir hikaye ithaf edilmiş, dört tarafı denizlerle çevrili bir kule ya hani, işte Kızkalesi de aynen öyle... Kızkulesi'nin hikayesine benzer bir hikayesi var. 
        Kızkalesi'nin hikayesi şöyle: Bir kral kız çocuğu olmasını çok istiyor ve bunun için her gece Tanrı'ya dua ediyor. Dileği yerine geliyor ve kız kısa zaman içinde iyiliği ve yardımseverliğiyle herkesin sevgisini kazanıyor. Bir gün kente bir falcı geliyor ve kral güzeller güzeli kızının geleceğini öğrenmek için falcıyı saraya çağırtıyor. Falcı kızın ellerine bakınca telaşa kapılıyor. Önce belli etmemeye çalışıyor; fakat kral zorlayınca falcı, kızın kısa zaman içinde bir yılan tarafından sokulacağını gördüğünü söylüyor. Bu yazgıyı kimsenin bozamayacağından ve elbet bir gün gerçekleşeceğinden bahsediyor. Kral korkudan ne yapacağını şaşırıp kızı için küçük bir adanın üzerine taştan kale yaptırıyor. Kızı günden güne yalnızlaşıyor; ama korkudan dışarı adım atmasına dahi izin vermiyor kral. Bir gün kaleye getirilen üzüm sepetinin içinden çıkan yılan kralın kızının ölümüne neden oluyor.
         
        Kızkalesi, Mersin'in en popüler tatil merkezidir. Adını aldığı kale, deniz içerisinde olup karadan 200 metre uzaklıktadır. Deniz kalesi dışında bir de deniz kalesi ile aynı paralelde kara kalesi yer almaktadır. Kızkalesi ile ilgili birçok hikaye olmakla birlikte koyun stratejik konumu nedeniyle saldırılara karşı önlem amacıyla deniz kalesinin yapıldığı, bu kalenin saldırıya karşı ilk savunma noktası olması ve ardından kara kalesinin de savunma için desteği amaçlanmıştır.  Kalenin gerçek hikayesi de böyle işte.

       Hikayeler, rivayetler, gerçekler bir yana Kızkalesi mevkii Mersin'in en fazla rağbet gören deniz kıyılarından biridir. Mersin'in merkezine yaklaşık 60, Antalya'nın merkezine ise yaklaşık 400 km mesafede olan Kızkalesi genellikle günübirlik tatiller için, kamp yapmak, çadır kurmak için tercih ediliyor. Aslında insanların Kızkalesi denizini bu kadar çok tercih etmelerinin sebebi bence hırsları. Ne hırsından bahsediyor olabilirim sizce? Tabii ki kim Kızkalesi'ne kıyıdan yüzerek daha çabuk ulaşır hırsı. Başkalarını pek bilmem; ama Mersin doğumlu birisi olarak ve Kızkalesi civarında kamp yapmayı, çadır kurmayı seven birisi olarak diyebilirim ki, ben bu hırsı çok yaşadım! Hem de ne çok yaşadım. :) Kardeşimle, babamla, arkadaşlarımla, piknik yapmak için sınıfça gittiğimizde öğretmenimle... Kısacası hep bir yarış hali vardır Kızkalesi'nde. Bu yarışlardan kimin galip çıktığına gelince, cevabım elbette ki ben. Genelde galip çıktım çıkmasına; ama babamı bir türlü yenemedim! Hala içimde uktedir, tatlı bir ukte. Her neyse, bu muhabbete biraz daha devam edersem babamı övmeye başlayabilirim. Şu anda onu şımartmaya hiç de niyetim yok açıkçası. :) 
          Kumsal ile kale arasındaki mesafe çok uzun değil aslında. 200 metre mesafe de pek az sayılmaz ya neyse. Yine de o mesafede yüzmek sağlam ciğer gerektiriyor. Ciğerine güvenmeyene pek tavsiye etmem ben kıyı yarışını. Mersin'in hemen her yerinde, tüm deniz kıyılarında karşımıza çıkan kumsal burada da hakim. Şehir dışında tatile çıktığımda bu kadar geniş kumsallığı bulamıyorum ben. Olumlu bir önyargı da güdüyor olabilirim tabii; ama önyargısız davrandığımı düşünerek söylüyorum ki, Mersin'deki kumsal başka yerde yok!
      
      Çok canlı, sıcak bir yer Kızkalesi. Civardaki diğer kumsalları, kıyıları dolaşan, müzikli, eğlenceli tekne turları düzenlenir mesela. Deniz kıyısından iyice açıldıktan sonra herkes çığlık çığlığa denize atlar, avazı çıktığı kadar bağırır ve stres atar. Ben stresimi fazlasıyla atıyorum en azından. :)
        Biraz da köklü geçmişinden bahsetmek gerekir kalenin. Kızkalesi'nin geçmişi MÖ 4. yüzyıla kadar dayanıyor. Kale vakti zamanında Romalıların, Selçukluların, Bizanslıların, Osmanlının, Fransızların, Ermenilerin ve daha birçok büyük uygarlığın himayesine girmiş. Ticaret limanı olarak kullanılmış ve savaşlarda stratejik rol oynamış. Hem böylesine bir tarihe tanıklık etmek hem de böylesine eğlenceli bir yerde tatil yapmak... Ben tavsiye ederim etmesine de, dediğim gibi olumlu önyargılarım varmış gibi geliyor. Bence en azından bir defa olsun görülmeli bu güzellik. Karar size kalmış artık. :)

         

12 Mart 2013 Salı

İtalya'da Amalfi Sahili

       Şöyle atlayıp bir uçağa ya da arabaya gitmek istedim yine. Nerelere gideyim diye düşünmelerdeyken birden İtalya geldi aklıma. Hazır yaz mevsimi de yaklaşıyorken hiç de fena olmazdı hani. Hayalini kurması bile güzel. Neyse, oldum olası severim ben İtalya'yı ve İtalya'nın yalnızca Roma ve Milano'dan ibaret olduğunu zannedenler için çok yazmak istedim bu yazıyı. Muhteşem kıyıları ve sahilleri yıllardır beynime kazınmış İtalya'nın en beğendiğim sahili ise Amalfi. Fotoğraflarına bakınca Yunanistan'ın Santorini adasını hatırlattı birden bana. Limon ve  zeytin ağaçlarının gölgesinde küçük küçük kasabalar, deniz kıyısında kayıklar, denize doğru sarkan yamaçlarda rengarenk çiçekler, kat kat asma bahçeleri, kıyı boyunca dizilmiş şezlonglar ve dünyanın her yerinden gelen insanlar. İşte size Amalfi! :) 


       Eğer renk cümbüşü görmek istiyorsan Amalfi Sahilleri'ne bakacaksın. Mavi, yeşil, beyaz, pembe, kırmızı, sarı ve daha niceleri... Ülkemizdeki yaylaların ihtişamına benzetmiyor değilim aslında. En azından bizim yaylaya çok benziyor. :)
                                                         
         Böylesine sade ve böylesine gösterişli bir sahil, ev üstüne ev gibi durup da böylesine düzenli yamaçlar... Küçük butik oteller, limon ve zeytin ağaçları, çanak çömlek yapılıp satılan seramik dükkanları, balıkçı lokantaları ve pizzacılar. Biraz Mc Donald's sloganı gibi olacak ama ''işte bunu seviyorum'' demek istiyorum. :)
Limonçello
    Amalfi'nin dört bir yanı limon ağaçlarıyla çevrili dedik. E bu limonlar süs olsun diye durmuyor dallarında. Limonçello yapılıyor onlardan. Buz gibi ikram ediliyor, rengi sapsarı. Ben henüz içmedim; o yüzden tadıyla alakalı bir şey diyemeyeceğim; ama içenlerin söylediklerinden anladığım kadarıyla keskin bir kokusu ve tadı varmış. Yanında limonlu bir kek veya pasta ile birlikte tüketilmesi tavsiye edilirmiş. :) Deniz mahsüllü erişte de tarafımdan şiddetle tavsiye edilir. Aslında esas soru Amalfi'ye nasıl giderim? Şöyle ki önce bir uçak bileti alınmalı ve Napoli'ye gidilmeli, oradan da kara yoluyla ya da deniz yoluyla sıra sıra dizilmiş sahillere ulaşılmalı. En azından benim planım bu. Sevgiler :)


10 Mart 2013 Pazar

Artvin Şavşat

         O kadar çok doğa harikası var ki ülkemizde inanın saymakla bitmez. Yeşil görmek istiyorsan Karadeniz'e gideceksin. Maviyi görmek istiyorsan yine Karadeniz'e... En azından Karadeniz turları düzenleyen firmaları bulup turla gideceksin ya da toplanacaksın birkaç eş dost öyle gideceksin. Ben henüz fırsat bulamadım; ama bu güzellikleri gördüğümde ilk dediğim şey, ben bir gün mutlaka Artvin Şavşat'a gitmeliyim, oldu. Henüz fırsat bulamadım, doğru; ama bu hiçbir zaman böyle bir fırsatım olmayacağı anlamına gelmez. Olur ya belki bu yazıyı okuyan ve heveslenen biri gider ve bana birkaç fotoğraf yollar oralardan. Bundan büyük keyif olmaz, gitmiş kadar olurum zaten. :) İlk defa bir TRT belgeselinde gördüğüm Şavşat, dünyanın en yeşil yerlerinden biri! Bursa'ya yeşil derler; ama inanmayın. Şavşat'ın tırnağı olamaz bu konuda! Bursalılar kızmasın ama. Sonuçta ben de hale Bursa'da yaşıyorum...
Şavşat-Karagöl



         Karadeniz'e gitmek demek oranın insanlarına gitmek, onları da görmek demek. Ben belgeselde Şavşat'ı   ilk gördüğümde önce insanlarına aşık oldum. Evet evet ben resmen o insanlara aşık oldum! Nihayetinde Şavşat'a gidince tabiri caizse yalnızca dağ, bayır görmeyeceğiz. O sıcacık, naif insanları da göreceğiz ve bence diyeceğiz ki, iyi ki buraya gelmişiz! Biraz köy havası soluduktan sonra, insanları görüp şöyle bir kendimize geldikten sonra karnımız acıkacak. Ne yiyelim diye düşünmeye fırsat kalmadan daha oranın insanları sofralarını donatmış olacak. Misafirlik edenlere de sadece yemek kalacak. Burada ben böyle yazınca ve siz de okuyunca çok inandırıcı gelmiyor olabilir; ama evet, Türkiye'de hala böyle yerler, böyle insanlar var... Peki ne ikram edecekler gelenlere, yöresel yemekleri neler, nesi meşhur Şavşat'ın? Taze fasülye kurutularak yapılan puçuko yemeği, laz böreği, hınkal, çerkebaz, gendima, hasuta gibi çok sayıda yöresel yemek var ve hepsi de birbirinden güzeller. Bazen komşu iller bu yemek bizim, Artvin'in değil diyebiliyor tabii; ama o kadarcık kıskançlık kadı kızında da olur. :) Bu arada Artvin'in en meşhur, en bilinen etkinliği her yıl Haziran ayının 3. haftasında düzenlenen geleneksel boğa güreşlerinden de bahsetmemek olmaz. O tarihlerde orada bulunanların bu heyecanı yaşamasını şiddetle tavsiye ederim. Haziran'da Artvin Şavşat'ta görüşürüz. :)
Son olarak Artvin Şavşat halkına can-ı gönülden selamlar, sevgiler. En kısa zamanda görüşmek üzere. :)

9 Mart 2013 Cumartesi

Santorini'ye Aşık Olmak

Santorini, Yunanistan'da bir ada imiş. Şu zamana kadar neden görmemişim, duymamışım, hissetmemişim şaştım vallahi. Öylesine güzel manzaraları kaçırmak işten değil oysaki.. En kısa zamanda bütçe ayarlanmalı, gidilmeli, görülmeli. Sizin hiç burayı görmeden ölmeyeceğim dediğiniz yerler oldu mu? Olmadıysa işte bu ona aday. Şahsen ben gördüğüm anda dedim bile. Ülkemiz çok güzel bir ülke; ama turizmi zannediyoruz ki yurt dışından gelenlerin yaşadığı eğlence. Turizm dediğin milyonlarca para döküp denizin dibine kocaman havuzlu oteller yapmak demek değildir. Turizm dediğin doğayı bozmadan, onu tüm güzellikleriyle göstermeyi mümkün kılan bir oluşumdur. Bizde öyle mi ya? Dedemin hatta tüm dedelerin dediği gibi '' pehh, nerde o eski günler'' O dediğim yerlerden Santorini'de yok mu peki? Olmaz olur mu! Belki de alası vardır; ama yine de doğal alanların daha fazla olduğu görülüyor fotoğraflardan. Mavi ve beyazı, denizi ve dağları, binbir renkli çiçekleri, kubbe ve çatıları ve rumbalar ile cumbaları kim sevmez ki? :)


Peki oraya gidince ne yapmak lazım, nesi meşhurmuş, beni ne bekliyor diye sorduğumda karşıma çıkan cevaplar çok ilgi çekici. Mesela gidenler diyor ki bal katılmış tatlı şarabı meşhurmuş. Kızıl ve siyah plajları görülmeliymiş. Ayrıca gidenlere çeri domatesi ve üzüm yemeden gelmeyin diyorlar. E tabii Yunanistan da Türkiye gibi üzüm cenneti sonuçta. :)

Arayış

        Neden her gün arayıştayım bilmiyorum. Ne aradığımı da bilmiyorum. Şöyle güzel bir tatil arıyorum mesela. Acaba Yunanistan'a mı gitsem yoksa Fransa'ya mı? :) Elimde imkanım olsa bir dakika bile durmam; ama neyse... Bugün bir fotoğraf gördüm facebook hesabımda. Tam da acaba nerelere gitmeliyim, nereleri görmeliyim diye arayıştayken şirin mi şirin bir şey gördüm. Aynı bana benziyordu, sanki bir şey arıyordu o da.

Sonra aradığım şeyi buldum. Memlekete pek uzakta olmayınca e sevindim de tabii. Böyle renkli, cafcaflı, neşeli, eğlenceli filan. O kadar sıcak geldi ki bana, anında gitmeliyim buraya, dedim. Birazcık daha zamanı var benim gitmemin; ama gidebilen varsa benim yerime de keyif alsın oralardan. :) Oralara gidebilmek için ne yapılması gerektiğini de buldum işte! Özellikle yazları Santorini'ye gezi turları düzenleniyormuş. Ayrıca İstanbul'dan Santorini Adası'na feribot turları da varmış. Bekle beni Santorini, ben geliyorum! :)
Yunanistan - Santorini'de küçük bir cafe burası.  Cafenin adını bilmiyorum henüz; ama olur ya bir gün öğrenirim ya da bir kuş gün gelir de haber getirir usulca. İşte ben de uçar giderim onunla o zaman. Mekanı ararken kendime benzettiğim o kedi bulduğumda da yine aynı bana benziyordu. :) Nasıl mı? İşte tam da böyle! :)
Sanırım tek bir farkımız var. O da ben göz makyajımı düzenli temizlerim. ;)

Ne İstediğini Bil

        Benim de herkes gibi gitmek istediğim yerler, görmek istediğim şeyler, yaşamak istediğim şehirler, ülkeler var. İsteklerimin yüzde kaçını gerçekleştirebilirim, bilmiyorum. Büyük çoğunluğunu gerçekleştirebilmek için çok para ve biraz cesarete ihtiyacım var. Biraz paraya ve daha çok cesarete ihtiyaç duymaktan iyidir bence. Her neyse... İsteklerim uçsuz bucaksız istekler değil, en azından sıradanlıktan az da olsa uzaklaşabildiğimi zannediyorum. :) Çünkü ben istediğim hayatı büyük oranda yaşıyorum zaten. Tamam bazen isteklerimde dozu azıcık kaçırıyor olabilirim; ama benim güzel bir hayatım var, doğru olan bu. Bir kuşum, iki kaplumbağam, yanımda sevgilim ve güzel bir evim var mesela. Saksının içinde güneşi gördükçe coşan iki gülüm var mesela. Herkesin öğrenciyken yaşamak isteyip de yaşayamadığı, uzaktan baktığı bir hayatım var. Bunları yaşarken annemden, babamdan kaçmak gibi bir derdim yok; çünkü onların beni kısıtlamak gibi bir niyetleri yok. Evlatlarının birey olduğunu ve nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşaması gerektiğini bilen insanlar onlar. Bu yüzden çok seviyorum ya onları, akıllı ve anlayışlı, sabırlı ve saygılı oldukları için. Neyse ama bunlara sahip olmak daha fazlasını isteyemeyeceğim anlamına gelmiyor. Tamam sevgilimle birlikte mutlu mesut yaşıyorum ve tamam ailem de beni sonuna kadar destekliyor; ama ben daha çok şey istiyorum. Mesela ben bunu yapmak istiyorum; çünkü henüz işten güçten, okuldan, evden fırsat bulup da yapamadım. Ama bir gün mutlaka ve mutlaka yapacağım. :)